Küresel Salgına Karşı Davranışların Ahlak Felsefesi Açısından Bir Değerlendirmesi
Küresel Salgına Karşı Davranışların Ahlak Felsefesi Açısından Bir Değerlendirmesi
Ekonomistler kadar Sosyal ve Beşerî Bilimcilerin koronavirüsün ya da yeni adıyla COVID-19’un, hem bireylere hem de toplumlara yaptığı olumsuz etkileri ve vahim neticeleri uzun bir süre tartışmaya devam edecekleri âşikardır. Şüphesiz, hakkında hemen hemen hiçbir şey bilinmeyen ve böylesine görülmez ve yıkılmaz bir zerre, bütün kürenin sosyal ve ekonomik hayatına verdiği yıkıcı etkisi ile uluslararası liderleri aciz ve çaresiz bırakırken, fen bilimcilerinin ve sağlık uzmanlarının bütün enerjisini tüketmektedir. Bu ölümcül virüs, aniden zuhur edip, hızlı yayılma sonucunda kendisi için yeni normal diye bilinen bir hayat ortamı meydana getirdi. Dünyadaki bütün milletler, zorunlu olarak, bireysel ve toplumsal faaliyetlerini bu normalin dikte ettirdiği kurallara göre yeniden düzenlemeye ve uydurmaya başladılar. Toplumlar COVID-19’un kendilerini dayattığı bu yeni şartlara göre günlük işlerini yapmak için uğraşırlarken, bir taraftan yetkililerin mecbur kıldığı kısıtlamalara ve gerekliliklere uyma, bir taraftan da bilinmezliğin endişesi ve korkusu gibi zorluklara karşı mücadele içine girdiler. Neticede insanlar, bu öldürücü virüsü algılama ve anlayışları ölçüsünde, oluşan yeni ortam içinde farklı tavırlar ve davranışlar sergilemektedir. Örneğin bazıları, bu krizi bir sınav olarak görüp, sabırla ve dirayetle onun üstesinden gelinebileceğine inanarak kendilerinden emin, güçlü ve ümitli kalmaya devam ederken bazıları da onu bir felaket veya bir ceza veya dünyanın sonunu getiren kıyamet gibi algılayıp kontrol edilemeyeceği ve durdurulamayacağı korkusuyla kaygı ve çaresizliğe düşmektedirler. İşte pandemi sonrasında toplumların sergilediği bütün bu algılar, davranışlar, tavırlar ve bunların olası neticeleri, bu makalede ahlak felsefesi açısından değerlendirilecektir.